29 Nisan 2012 Pazar

OTOMOBİL ALIRKEN “Ah benim eşek kafam “ dememek için….:))

İkinci el otomobil alırken dikkati çektiğimiz “diri” araçlar bizi hayalimizin makinasına yaklaştıran temel bir niteliktir. Diri araçlar da aranması gereken temel özellik ise satın almayı düşündüğümüz kişinin gerçekten o araca sahip olup olmadığı temel gerçekliğidir. Öyle değil mi ama ? ya çalıntı bir arabanın peşinde gezmişsek günlerimizi enerjimizi ve de bulmak için akla karayı seçtiğimiz paramızı sokağa atacaksak düşünün hayal kırıklığımızı. Onun için tedbiri elden bırakmadan almayı düşündüğümüz aracı noterde ya da hangi kanalla alıyorsak o işlemden önce (aracı almadan evvel yani) aracın hikayesine sahip olmalıyız. Bu hikayeye neler girmeli onlarla başlayalım. (unutmayalım bu alım satım işine çook uzak olduğumuzu farz ediyoruz ) 

İkinci el otomobil alırken dikkati çektiğimiz “diri” araçlar bizi hayalimizin makinasına yaklaştıran temel bir niteliktir. Diri araçlar da aranması gereken temel özellik ise satın almayı düşündüğümüz kişinin gerçekten o araca sahip olup olmadığı temel gerçekliğidir. Öyle değil mi ama ? ya çalıntı bir arabanın peşinde gezmişsek günlerimizi enerjimizi ve de bulmak için akla karayı seçtiğimiz paramızı sokağa atacaksak düşünün hayal kırıklığımızı. Onun için tedbiri elden bırakmadan almayı düşündüğümüz aracı noterde ya da hangi kanalla alıyorsak o işlemden önce (aracı almadan evvel yani) aracın hikayesine sahip olmalıyız. Bu hikayeye neler girmeli onlarla başlayalım. (unutmayalım bu alım satım işine çook uzak olduğumuzu farz ediyoruz )
Araç gerçekten kaç km. dedir?Bu sorunun cevabını bilmekte ne var diyebiliriz. Hemen kilometre sayıcısına uzanır bakarım diyebilirsiniz.  Fakat alacağımız aracı avrupadan alamadığımıza göre( yani çeşitli tüketici yasal korunmalardan uzaklığımız hasebiyle bunu zikrettim) ve yaşadığımız canım ülkemiz Türkiye olduğuna göre her türlü dalaverenin dönebildiğini aklımıza koymalıyız. Bunun cevabını çetrefil bir hale sokmadan panik olmadan karşımızda ki satıcının kesinlikle ama kesinlikle aracı(komisyon hayalli bir galerici) olmamasına dikkat etmeliyiz.(şunu da unutmamalıyız ki ilk araba alış – verişimizde o makinaya aşıklığımızı kullanacak bir galericiye mecbur değilizdir. Ne kadar bu araç alımı işine uzak olursak olalım galericilere komisyon ödemeden de bu mühim alışverişimizi yapabiliriz)ve asla satıcının samimi olacağı düşüne de kendimizi kaptırmamalıyız. Bu bir hayal ve satanın iddiası “samimilik”se de kocaman bir yalandır. Peki ama nasıl almak istediğimiz aracın gerçek hikayesine ulaşacağız? İşte orada almaya karar verdimiz aracı “gerçekte” ne kadar tanıyoruz sorusu belirmeli aklımızda. Unutmayalım ki biz o seçtiğimiz araca muhtaç değiliz o nu bize satmaya çalışan eski sahibi mecburdur ki o nu satıyordur. Tok ve doymuş bir alıcı tavrı değil otomobil alışverişinde ceket alırken bile çok işe yarar. Ama bizim istediğimiz günlerce haftalarca peşinden koştuğumuz araç bize halen uzak bir makine ve sıfırını sokakta arkadaşımızda akrabamızda ve yahut bir yakınımızda komşumuzda falan bile görememiş tanıma şansını izleyerek bile elde edememişsek biz iyi bir ustayı alım satım işlemimizde aracın hikayesi için kullanacağız demektir. Tanıdığımız bir ustamızda olmayabilir o zaman tanımadığımız bir değil iki ustaya birden aracı göstermeliyiz, malum bir ustanın söylediği yalanı ya da yetersiz bilgiyi bir diğeri de tekrarlıyamaz.


Karşımızda ki satıcının gerçekten aracın sahibi mi yoksa çakma sahibi olduğunu ise bilindik pek çok yolu kullanarak yapacağız. Emniyette trafik dairesinde bir tanıdığımızda olmayabilir. Ama satıcının çalıştığı sigorta acentasının telefonunu bir şekilde trafik sigortasını kontrol edermiş gibi ruhsattan ulaşarak kiminle alışveriş yapmakta olduğumuzu öğrenebilir ve gerçekliğe bu yolla da ulaşabiliriz. Trafik şubesinde de kimseyi tanımaya gerek duymadan plaka ve ruhsat sahibinin kaydıyla bu küçük ama çok mühim araştırmamızdan sonuç alabiliriz. Bu sayede aracın trafik sigortasını da kontrol etmiş oluruz. Netten vergi dairesi sitesinden de aracın vergi borcunun olup olmadığını da sağladıktan sonra halen araçla ilgili hiçbir soru kafamızda yoksa alış – verişimizi sonlandırabiliriz. Ama tekrar etmeliyim ki aldığımız ya da alacağımız aracı kullanacak olan biz olduğumuzdan aklımızda oluşan en ufak kaygıda kesinlikle alış-veriş çekingenliği yapmadan (yani “aldım” “el sıkıştık” “artık geri dönüş olmaz” “ayıp olur” vb. gibi )alım işlemini rahatlıkla iptal edebilmeli, almaktan vazgeçebilmeliyiz. Burada bahsettiklerimin bir tek otomobil alımıyla ilgili olmadığını ve benim de bu pişmanlıkla birkaçtan daha fazla alış verişimi halen pişmanlıkla hatırladığımı paylaşmak isterim.

Bir (ölü)Yatırım Olarak Otomobil!

Gerçekte bu ülkede satın aldığımız tüm otomobiller birer ölü yatırımdır. Bu gerçeği hepimiz kabul etmeliyiz.(hepimizin malumu olan çok yüksek vergiler ve afetlerle sırtımıza eklenen verginin vergileriyle tabi öldürülmüş bir yatırım aracıdır otomobiller.) 1980ler ve 90lar Türkiye si ve otomobil piyasası artık yok. Ki bu dönemlerde gerçekten bilezik ve altın alımını yanında esaslı bir yatırımdı TOFAŞ’ ın kuşlar serisi ve RENAULT’ un 9 / 12 / 17 ve hatta 21’ i . Ülkeye yeni giriş yapacak otomobil firmaları için gerekli prosedürler çeşitli devlet elli girişimlerle(ki bunların patlama noktası diyebileceğimiz gümrük birliği yalanıdır)çok kolaylaşmış (pek azı tüketici odaklı olan bu yasal düzenlemelerin umulmadık alım kolaylıkları sağladığını da eklemeliyim) ve bizde adını kötü bbc İngiliz dizilerinde ya da yine çok kötü rtl dizilerinde gördüğümüz markalara ve çoğunlukla döküntü halindeki ikinci üçüncü on beşinci el araçlara ve hatta çok şanslı küçücük bir azınlıkta sıfır olarak sahip olabilmiştir. Ve bu da otomobilin bir yatırımdan çok ihtiyaç olduğu gerçeğini alttan altta dimağlara kazımış ama yine de pek az bir topluluk araç sahibi olabilmiştir(her zaman ki gibi pahalı bir oyuncak olarak görüldüğünden otomobiller hep esas ihtiyaç sahipleri ve hatta sadece sevenler sevdalıları bile otomobillerin sadece posterlerini ve fotoğraflarına rahatça kavuşabilmişlerdir bu dönemde de. Değişen hiçbir şey olmamıştır vesselam)
Ülkemiz bazlı bu küçük değerlendirmeden sonra sizlerle paylaşmak istediğim ve gönül rahatlığıyla bu ülkede yaşayan herkese iç huzuru ile önerebileceğim bir marka ve bu markanın modellerinden bahsetmek istiyorum. Sizlere önemle açıklamak istiyorum ki paylaşacağım tüm araçların değerlendirmelerinde en önde olan tek kriter orta ve küçük ekonomiye sahip tüketicilerin alabilmesi mümkün olan araçlar olduğudur. Zira hiçbir aracın ya da markanın ne tasarımcısı(ne yazık ki keşke olabilsem)ne de temsilcisiyim(gerçi o da fena olmazdı ama).
FİAT ve ÜLKEMİZDE Kİ OTOMOBİL PAZARI HAKKINDA
Fiat, ülkemiz pazarına koç grubu yatırımlarından biri olan TOFAŞ la çok uzun yıllar önce dahil olmuş dünya da da çok önemli bir otomobil üretim geleneği olan ve altında çok mühim markaları barındıran bir markadır. İtalyan esaslı bu mühim aile firması hakkında bilinen en net gerçeklik İtalya’ yı yöneten birkaç aileden biri olduğudur. Bunun dışında gerçekte de sadece otomobil üretmek için mi kurulmuştur(ki hepimiz her Avrupa markanın aslında bir uçak imalatçısı ya da uçak motoru üreticisi falan olduğunu duyarız ya hep)bilemiyorum ama firma altında ki markalarla ciddi bir imalat ve üretim geleneğinin varlığını bize çok net ipuçlarıyla anlatmaktadır. Bunun için şirketinin kuruluş yıllından ya da tarihinden bahsetmemize gerek yok.  Grubun alt markalarını sayacak olursak LANCIA(80 dönemine çocukluğu rastlayan tüm otomobil delilerinin çok rahat hatırlayacağı gibi ünlü rally şampiyonu İspanyol Carlos Sainz’ın aracı efsane DELTA İNTEGRALE’ yle aklımıza kazınmıştır. Ki bu mühim şampiyonun adını bu markayı anlatırken anmazsam çok ayıp olurdu.) ALFA ROMEO (ki bu marka aşktır benim için otomobil markaları arasında. Sanılanın aksine ekonomik ve fiyat performans dengeleminde müthiş donanım zengini seçeneklerinin kralıdır bu ülke otomobil piyasasının da kimse bilmediğinden korkar o da yetmez yalanlarla süsler adını bu otomobil üretimini aşk edinmiş markanın, parça maliyeti palavraları ve ustalarının yokluğu bu yalanların en önde koşanlarıdır mesela)tabii ki FERRARİ(bu markanın adının yanına hayranlık uyandıran bir şeyler döktürmek çok hoşuma giderdi ama dedim ya sizlerle paylaşacağım hiçbir marka ve ya model ulaşılmaz hiper lüks olsun istemediğimden zaten herkesin azının sularını elde olmadan oraya buraya savurtturan bu markaya ekstra bir methiyeye ya da tanıtıma gerek duymadım diyorum ama yalan tabii “çok fena makinedir bee!“ Diye söylemekten kendimi alamıyorum. Yanlış anlaşılmasın ne direksiyonuna oturabildiğimden ne de yolcu koltuğuna oturabildiğimdendir bu hayranlık. Yalnızca oturduğum semtin benim gibi bir otomobil delisine yaşattığı talihsizliği, hatta acımasızlığıdır. Her gün en az 5 tanesi bulunduğum bir yerden geçip giderken seyrediyorum. Sesini duyuyor; dönüp seyrediyorum. O an ne yaptığımın nereye yetişeceğimin hiç önemi olmuyor tabii. Amma hayranmışım yaa.. bi de bişey yazmayacaktım yuh bana. Özür diliyorum.)ve son olarak hepimizin malumu FİAT.
Bahsettiğim her markanın kendince hatırı sayılır bir tanınırlığı ve alıcısı vardır. FİAT bizim ülkemiz için çok şey ifade eder. Hangi mahallenin geçmişinde ya da geleceğinde sağ  / sol kaldırımının üzerinde bir FİAT yoktur ki, sanırım son 30 yılda böyle bir mahalle görülmemiştir. (hatta kuşun çok güzelmiş –şahin den yada doğandan bahsediyor tabi-  FİAT’ın kaç fiyat gibi yersiz ama pek çoğu dilimize yapışık gülmecelere de konudur bu modeller :P)Ya da hangi mahallenin içinde faça(hafif body modifikasyonuyla süslü, camlar 1 yada 1.50 filmli - o filmler güneşte parktan sıyrık yada acemice çekildiğinden bolca kabarcıklı -, mutlak yüksek sesli egzoslu, çocukluğum zamanlarında en trend olan hali ön amortisör helezonları kesilmiş – sokak tabiriyle pıstırlmış -, arka helezonlar ise takozla yada bilimum farklı modellerin yaylarıyla hem sertleştirilmiş hem de yükseltilmiş hali gözümün önünden gitmeyen ve çoğunluğu taklaya meyilli bu araçların genellikle ya aks kırarak yapılan kazalar sonucu yada çirkin görünürlüğü sahibi tarafından fark edilene kadar bu şekilde yazık bir ucube olarak yollarımızda boy göstermiştir. Ve bu arada asla yapmamaları gereken hareketlere zorlanmış;  olmadık olamayacak modellerle kapıştırılırken motorları kırılmış garibim emektarlarıdır acemi otomobil delilerinin. Ama yine haklı ününe bu sayede kavuşmuş araçlardır) diye tabir edilen bir şahin ya da doğan yoktur ki. Ülkemizin gerçekten vazgeçilmez yol üstü mobilyası gibidir kuş serisi. Öyle ki gerçek bir popüler öğedir de kuş serisi otomobilleri bu ülke için çok uzun zamanlar. Kim ne derse desin; hangi tv. Kanalı hangi ucube ülke artistlerinin sahibi olduğu çok lüks GMC artist minibüsleri, HUMMER , CRYSLER cipleri ya da MERCEDES G serilerini esas trend diye pompalarsa pompalansın bu ceylan derisi koltuklu makineler asla bu ülkenin gerçeği olamamıştır. Bu ülkenin yolarda ki ve mahallelerde ki gerçek popüler otomobilleri (ve mühim popüler imgeleridir de)yaklaşık 30 sene kadar TOFAŞ’ ın kuş serisi yani esasen FİAT’ ın REGATAlarıdır.  Öyle ki doğanlar şahinler kimi çocukluğumuz kahramanı futbolcularımızın bile kullandıkları modellerdir.(Rahmetli METİN OKTAY İstanbul Boğaz Köprüsünde beyaz Şahin’iyle yaptığı bir kaza ile aramızdan ayrılmıştır mesela) Bu modellerin yadsınamaz ünü ve başarısı her zaman küçümsenmiştir. Hatta onları kullanmış insanlar tarafından bile bu hak etmedikleri muameleye maruz bırakılmıştırlar. Ki haklılık payları tartışmaya açık özgünlükleri yüzünden çoğunlukla tarafımdan da desteklenmemiş değildir. Malum, kuş serisinin FİAT’ ın İtalya’ da sattığı REGATA modelinin artık misyonunu yitirdiği düşünülerek çöpe atılan planlarının KOÇ tarafından satın alınmasıyla ülkemizde üretildiği herkesçe bilinir. Ama bu durum bile bu modellerin -tabi ki devletçe de destekli olan- satış başarısını gölgeleyememiştir.

Ama günümüzde  -şükürler olsun ki – artık üretilmeyen ve hatta bu yazıyı okuyan pek çok benden yaşça küçük kardeşimin hatırlayamayacağı kadar uzun bir süre önce üretimi durdurulmuştur. TOFAŞ’ ın bu kararı taksici esnafı ve bu seriye bağımlı kullanıcılar tarafından –ben ve galiba herkes tarafından şaşılacak şekilde- çok “radikal” bulunmuş ve günlük sohbetlerde uzunca bir süre tartışılmıştır. Sebebi, esnaf için servis kolaylığı olan bu serinin onlara kattığı ekstra kazanç ve zamandan olmalarıdır. Bireysel binicilerinse –bu bizim toplumumuza satılacak ürünler içinde mühim bir Pazar öğesidir- alışkanlıklarını kolay terk edememeleriyle açıklanabilir. Esasen bu tartışmalar yaşadığımız yeni bin yılın başlarında kalmış tartışmalardır demeyi çok isterdim ama malumunuz olduğu üzere( geçen senelere kadar Almanların  Amerikan ortağıyla kükreyen devi) OPEL’ in de dahil olduğu bir tüketici kazığı projesi olan ASTRA CLASSİC gibi kasaların satış pazarlama planlarıyla da her zaman ülkemiz otomobil piyasasının gündemini işgal eden ve edecek bu konu hala mühim bir tartışma konusudur. Atıl üretim ve elde kalmış ürünlerin pazarı sayılacağımız önümüzde ki tahmini 35 senede de bunlar konuşulmalı ve tartışılmalıdır aslında. Ama bu konu bana her zaman bu “Artık Pazar ve Atıl Teknoloji”den olma ürünler ekonomisinden küpünü dolduran kaymak tabaka tarafından susturulan konuşturulmayan bir tartışmaymış gibi gelir.

Araç gerçekten kaç km. dedir?Bu sorunun cevabını bilmekte ne var diyebiliriz. Hemen kilometre sayıcısına uzanır bakarım diyebilirsiniz.  Fakat alacağımız aracı avrupadan alamadığımıza göre( yani çeşitli tüketici yasal korunmalardan uzaklığımız hasebiyle bunu zikrettim) ve yaşadığımız canım ülkemiz Türkiye olduğuna göre her türlü dalaverenin dönebildiğini aklımıza koymalıyız. Bunun cevabını çetrefil bir hale sokmadan panik olmadan karşımızda ki satıcının kesinlikle ama kesinlikle aracı(komisyon hayalli bir galerici) olmamasına dikkat etmeliyiz.(şunu da unutmamalıyız ki ilk araba alış – verişimizde o makinaya aşıklığımızı kullanacak bir galericiye mecbur değilizdir. Ne kadar bu araç alımı işine uzak olursak olalım galericilere komisyon ödemeden de bu mühim alışverişimizi yapabiliriz)ve asla satıcının samimi olacağı düşüne de kendimizi kaptırmamalıyız. Bu bir hayal ve satanın iddiası “samimilik”se de kocaman bir yalandır. Peki ama nasıl almak istediğimiz aracın gerçek hikayesine ulaşacağız? İşte orada almaya karar verdimiz aracı “gerçekte” ne kadar tanıyoruz sorusu belirmeli aklımızda. Unutmayalım ki biz o seçtiğimiz araca muhtaç değiliz o nu bize satmaya çalışan eski sahibi mecburdur ki o nu satıyordur. Tok ve doymuş bir alıcı tavrı değil otomobil alışverişinde ceket alırken bile çok işe yarar. Ama bizim istediğimiz günlerce haftalarca peşinden koştuğumuz araç bize halen uzak bir makine ve sıfırını sokakta arkadaşımızda akrabamızda ve yahut bir yakınımızda komşumuzda falan bile görememiş tanıma şansını izleyerek bile elde edememişsek biz iyi bir ustayı alım satım işlemimizde aracın hikayesi için kullanacağız demektir. Tanıdığımız bir ustamızda olmayabilir o zaman tanımadığımız bir değil iki ustaya birden aracı göstermeliyiz, malum bir ustanın söylediği yalanı ya da yetersiz bilgiyi bir diğeri de tekrarlıyamaz.
Karşımızda ki satıcının gerçekten aracın sahibi mi yoksa çakma sahibi olduğunu ise bilindik pek çok yolu kullanarak yapacağız. Emniyette trafik dairesinde bir tanıdığımızda olmayabilir. Ama satıcının çalıştığı sigorta acentasının telefonunu bir şekilde trafik sigortasını kontrol edermiş gibi ruhsattan ulaşarak kiminle alışveriş yapmakta olduğumuzu öğrenebilir ve gerçekliğe bu yolla da ulaşabiliriz. Trafik şubesinde de kimseyi tanımaya gerek duymadan plaka ve ruhsat sahibinin kaydıyla bu küçük ama çok mühim araştırmamızdan sonuç alabiliriz. Bu sayede aracın trafik sigortasını da kontrol etmiş oluruz. Netten vergi dairesi sitesinden de aracın vergi borcunun olup olmadığını da sağladıktan sonra halen araçla ilgili hiçbir soru kafamızda yoksa alış – verişimizi sonlandırabiliriz. Ama tekrar etmeliyim ki aldığımız ya da alacağımız aracı kullanacak olan biz olduğumuzdan aklımızda oluşan en ufak kaygıda kesinlikle alış-veriş çekingenliği yapmadan (yani “aldım” “el sıkıştık” “artık geri dönüş olmaz” “ayıp olur” vb. gibi )alım işlemini rahatlıkla iptal edebilmeli, almaktan vazgeçebilmeliyiz. Burada bahsettiklerimin bir tek otomobil alımıyla ilgili olmadığını ve benim de bu pişmanlıkla birkaçtan daha fazla alış verişimi halen pişmanlıkla hatırladığımı paylaşmak isterim.
Bir (ölü)Yatırım Olarak Otomobil!
Gerçekte bu ülkede satın aldığımız tüm otomobiller birer ölü yatırımdır. Bu gerçeği hepimiz kabul etmeliyiz.(hepimizin malumu olan çok yüksek vergiler ve afetlerle sırtımıza eklenen verginin vergileriyle tabi öldürülmüş bir yatırım aracıdır otomobiller.) 1980ler ve 90lar Türkiye si ve otomobil piyasası artık yok. Ki bu dönemlerde gerçekten bilezik ve altın alımını yanında esaslı bir yatırımdı TOFAŞ’ ın kuşlar serisi ve RENAULT’ un 9 / 12 / 17 ve hatta 21’ i . Ülkeye yeni giriş yapacak otomobil firmaları için gerekli prosedürler çeşitli devlet elli girişimlerle(ki bunların patlama noktası diyebileceğimiz gümrük birliği yalanıdır)çok kolaylaşmış (pek azı tüketici odaklı olan bu yasal düzenlemelerin umulmadık alım kolaylıkları sağladığını da eklemeliyim) ve bizde adını kötü bbc İngiliz dizilerinde ya da yine çok kötü rtl dizilerinde gördüğümüz markalara ve çoğunlukla döküntü halindeki ikinci üçüncü on beşinci el araçlara ve hatta çok şanslı küçücük bir azınlıkta sıfır olarak sahip olabilmiştir. Ve bu da otomobilin bir yatırımdan çok ihtiyaç olduğu gerçeğini alttan altta dimağlara kazımış ama yine de pek az bir topluluk araç sahibi olabilmiştir(her zaman ki gibi pahalı bir oyuncak olarak görüldüğünden otomobiller hep esas ihtiyaç sahipleri ve hatta sadece sevenler sevdalıları bile otomobillerin sadece posterlerini ve fotoğraflarına rahatça kavuşabilmişlerdir bu dönemde de. Değişen hiçbir şey olmamıştır vesselam)
Ülkemiz bazlı bu küçük değerlendirmeden sonra sizlerle paylaşmak istediğim ve gönül rahatlığıyla bu ülkede yaşayan herkese iç huzuru ile önerebileceğim bir marka ve bu markanın modellerinden bahsetmek istiyorum. Sizlere önemle açıklamak istiyorum ki paylaşacağım tüm araçların değerlendirmelerinde en önde olan tek kriter orta ve küçük ekonomiye sahip tüketicilerin alabilmesi mümkün olan araçlar olduğudur. Zira hiçbir aracın ya da markanın ne tasarımcısı(ne yazık ki keşke olabilsem)ne de temsilcisiyim(gerçi o da fena olmazdı ama).
FİAT ve ÜLKEMİZDE Kİ OTOMOBİL PAZARI HAKKINDA
Fiat, ülkemiz pazarına koç grubu yatırımlarından biri olan TOFAŞ la çok uzun yıllar önce dahil olmuş dünya da da çok önemli bir otomobil üretim geleneği olan ve altında çok mühim markaları barındıran bir markadır. İtalyan esaslı bu mühim aile firması hakkında bilinen en net gerçeklik İtalya’ yı yöneten birkaç aileden biri olduğudur. 

Bunun dışında gerçekte de sadece otomobil üretmek için mi kurulmuştur(ki hepimiz her Avrupa markanın aslında bir uçak imalatçısı ya da uçak motoru üreticisi falan olduğunu duyarız ya hep)bilemiyorum ama firma altında ki markalarla ciddi bir imalat ve üretim geleneğinin varlığını bize çok net ipuçlarıyla anlatmaktadır. Bunun için şirketinin kuruluş yıllından ya da tarihinden bahsetmemize gerek yok.  Grubun alt markalarını sayacak olursak LANCIA(80 dönemine çocukluğu rastlayan tüm otomobil delilerinin çok rahat hatırlayacağı gibi ünlü rally şampiyonu İspanyol Carlos Sainz’ın aracı efsane DELTA İNTEGRALE’ yle aklımıza kazınmıştır. Ki bu mühim şampiyonun adını bu markayı anlatırken anmazsam çok ayıp olurdu.) ALFA ROMEO (ki bu marka aşktır benim için otomobil markaları arasında. Sanılanın aksine ekonomik ve fiyat performans dengeleminde müthiş donanım zengini seçeneklerinin kralıdır bu ülke otomobil piyasasının da kimse bilmediğinden korkar o da yetmez yalanlarla süsler adını bu otomobil üretimini aşk edinmiş markanın, parça maliyeti palavraları ve ustalarının yokluğu bu yalanların en önde koşanlarıdır mesela)tabii ki FERRARİ(bu markanın adının yanına hayranlık uyandıran bir şeyler döktürmek çok hoşuma giderdi ama dedim ya sizlerle paylaşacağım hiçbir marka ve ya model ulaşılmaz hiper lüks olsun istemediğimden zaten herkesin azının sularını elde olmadan oraya buraya savurtturan bu markaya ekstra bir methiyeye ya da tanıtıma gerek duymadım diyorum ama yalan tabii “çok fena makinedir bee!“ Diye söylemekten kendimi alamıyorum. Yanlış anlaşılmasın ne direksiyonuna oturabildiğimden ne de yolcu koltuğuna oturabildiğimdendir bu hayranlık. Yalnızca oturduğum semtin benim gibi bir otomobil delisine yaşattığı talihsizliği, hatta acımasızlığıdır. Her gün en az 5 tanesi bulunduğum bir yerden geçip giderken seyrediyorum. Sesini duyuyor; dönüp seyrediyorum. O an ne yaptığımın nereye yetişeceğimin hiç önemi olmuyor tabii. Amma hayranmışım yaa.. bi de bişey yazmayacaktım yuh bana. Özür diliyorum.)ve son olarak hepimizin malumu FİAT.


Bahsettiğim her markanın kendince hatırı sayılır bir tanınırlığı ve alıcısı vardır. FİAT bizim ülkemiz için çok şey ifade eder. Hangi mahallenin geçmişinde ya da geleceğinde sağ  / sol kaldırımının üzerinde bir FİAT yoktur ki, sanırım son 30 yılda böyle bir mahalle görülmemiştir. (hatta kuşun çok güzelmiş –şahin den yada doğandan bahsediyor tabi-  FİAT’ın kaç fiyat gibi yersiz ama pek çoğu dilimize yapışık gülmecelere de konudur bu modeller :P)Ya da hangi mahallenin içinde faça(hafif body modifikasyonuyla süslü, camlar 1 yada 1.50 filmli - o filmler güneşte parktan sıyrık yada acemice çekildiğinden bolca kabarcıklı -, mutlak yüksek sesli egzoslu, çocukluğum zamanlarında en trend olan hali ön amortisör helezonları kesilmiş – sokak tabiriyle pıstırlmış -, arka helezonlar ise takozla yada bilimum farklı modellerin yaylarıyla hem sertleştirilmiş hem de yükseltilmiş hali gözümün önünden gitmeyen ve çoğunluğu taklaya meyilli bu araçların genellikle ya aks kırarak yapılan kazalar sonucu yada çirkin görünürlüğü sahibi tarafından fark edilene kadar bu şekilde yazık bir ucube olarak yollarımızda boy göstermiştir. Ve bu arada asla yapmamaları gereken hareketlere zorlanmış;  olmadık olamayacak modellerle kapıştırılırken motorları kırılmış garibim emektarlarıdır acemi otomobil delilerinin. Ama yine haklı ününe bu sayede kavuşmuş araçlardır) diye tabir edilen bir şahin ya da doğan yoktur ki. Ülkemizin gerçekten vazgeçilmez yol üstü mobilyası gibidir kuş serisi. Öyle ki gerçek bir popüler öğedir de kuş serisi otomobilleri bu ülke için çok uzun zamanlar. Kim ne derse desin; hangi tv. Kanalı hangi ucube ülke artistlerinin sahibi olduğu çok lüks GMC artist minibüsleri, HUMMER , CRYSLER cipleri ya da MERCEDES G serilerini esas trend diye pompalarsa pompalansın bu ceylan derisi koltuklu makineler asla bu ülkenin gerçeği olamamıştır. Bu ülkenin yolarda ki ve mahallelerde ki gerçek popüler otomobilleri (ve mühim popüler imgeleridir de)yaklaşık 30 sene kadar TOFAŞ’ ın kuş serisi yani esasen FİAT’ ın REGATAlarıdır.  Öyle ki doğanlar şahinler kimi çocukluğumuz kahramanı futbolcularımızın bile kullandıkları modellerdir.(Rahmetli METİN OKTAY İstanbul Boğaz Köprüsünde beyaz Şahin’iyle yaptığı bir kaza ile aramızdan ayrılmıştır mesela) Bu modellerin yadsınamaz ünü ve başarısı her zaman küçümsenmiştir. Hatta onları kullanmış insanlar tarafından bile bu hak etmedikleri muameleye maruz bırakılmıştırlar. Ki haklılık payları tartışmaya açık özgünlükleri yüzünden çoğunlukla tarafımdan da desteklenmemiş değildir. Malum, kuş serisinin FİAT’ ın İtalya’ da sattığı REGATA modelinin artık misyonunu yitirdiği düşünülerek çöpe atılan planlarının KOÇ tarafından satın alınmasıyla ülkemizde üretildiği herkesçe bilinir. Ama bu durum bile bu modellerin -tabi ki devletçe de destekli olan- satış başarısını gölgeleyememiştir.
Ama günümüzde  -şükürler olsun ki – artık üretilmeyen ve hatta bu yazıyı okuyan pek çok benden yaşça küçük kardeşimin hatırlayamayacağı kadar uzun bir süre önce üretimi durdurulmuştur. TOFAŞ’ ın bu kararı taksici esnafı ve bu seriye bağımlı kullanıcılar tarafından –ben ve galiba herkes tarafından şaşılacak şekilde- çok “radikal” bulunmuş ve günlük sohbetlerde uzunca bir süre tartışılmıştır. Sebebi, esnaf için servis kolaylığı olan bu serinin onlara kattığı ekstra kazanç ve zamandan olmalarıdır. Bireysel binicilerinse –bu bizim toplumumuza satılacak ürünler içinde mühim bir Pazar öğesidir- alışkanlıklarını kolay terk edememeleriyle açıklanabilir. Esasen bu tartışmalar yaşadığımız yeni bin yılın başlarında kalmış tartışmalardır demeyi çok isterdim ama malumunuz olduğu üzere( geçen senelere kadar Almanların  Amerikan ortağıyla kükreyen devi) OPEL’ in de dahil olduğu bir tüketici kazığı projesi olan ASTRA CLASSİC gibi kasaların satış pazarlama planlarıyla da her zaman ülkemiz otomobil piyasasının gündemini işgal eden ve edecek bu konu hala mühim bir tartışma konusudur. Atıl üretim ve elde kalmış ürünlerin pazarı sayılacağımız önümüzde ki tahmini 35 senede de bunlar konuşulmalı ve tartışılmalıdır aslında. Ama bu konu bana her zaman bu “Artık Pazar ve Atıl Teknoloji”den olma ürünler ekonomisinden küpünü dolduran kaymak tabaka tarafından susturulan konuşturulmayan bir tartışmaymış gibi gelir.







ARABA SEVDAM :)


Araba Sevdam
Yollardan geçen makinelerin adının otomobil olduğunu daha çok yakın olmamız gereken ama o kadar da yakın olamadığımız akrabalarımın hatta çekirdek ailemin adlarından bile daha önce öğrenmiş biri olarak büyüdüm. Otomobilin adını markalarını aklıma getirdiğimde zaten hiper olan enerjim hayallerimi gazlıyordu. Mahallemizin yol kenarında oturup kıytırık yoldan dönüp geçiveren arabaların birgün benimde olabileceği hayaliyle sayardım onları. Sonra sınıflandırır kimisi hatcback kimisi sedan kimisi yerli kimisi Avrupa diye. Bitmezdi onları sayıp aklıma kazıma oyunlarım. Renk renk eski yeni hepsini ezberlerdim.  Ne de olsa bir gün onların hepsini bilebilecek tüm markaların tüm modellerini görecektim. Bir yakınımızın arabasının yanında olduğumda ise canlı canlı kaportasına dokunabilmek; döşemelerinin mis gibi yeni kumaş kokularını, direksiyon simitlerinin baştan çıkaran plastiklerini yada güneşte yanmış bi arabanın bile  kapısı açıldığında eski de olsa o koltuk kokusunun (ki şimdi o kokunun döşeme kumaşına oturmuş tozun havasızlıktan oluşmuş kokusu  olduğunu bilsem de yine de çok hoşuma gidiyor)plastik kokusunun aklımı alan büyüsü hep heyecanlı bir dersti  benim için. Umrum da değildi yaşadığım diğer ne varsa…Bir yerden bir yere gitmek şansı doğmuşsa (ki zaten tek isteğim o gidişlerde gelişlerde arabada olmaktır ) kullanana gıptayla ve bazen kıskançlıkla bakarak ayak (boyuma posuma bakmadan yaşımı ehliyetsizliğimi düşünmeden ) hareketlerini elinin hangi zaman aralığında neden vites topuzuna gittiğini , direksiyonu çevirirken neden  direksiyon simidi altında ki kollara dokunduğunu anlamaya çalışarak mahçup çaktırmadan izleyerek yol hiç bitmesin diye dua ederek  ama bu doğan şansada şükrederek hüzünlü bitiverirdi arabayla gitmek.
Amca hala enişte babaanne dede dolu aile toplantılarında beni ilgilendiren tek şey  özellikle o büyülü makineyi otomobili alabilmiş kim varsa onun azından alabildiğim ne varsa alarak yazmaktı aklıma yeni öğrendiklerimi . Ama hiç yetmedi öğrendiklerim hep olsun istedim o kocaman oyuncak. Hep rüyalarımın baş kahramanı afili bir spor arabaydı mesela. Yada ancak bir ensesi kalının alabileceği luks bi Mercedes . hiç bitmezdi oyuncaklarımla (pek coğu oyuncak matcbox burago majorette arabalardı tabii) bir yerden bir yere gitmelerim. Evimizin küçük salonunun yerlerinde ki halıların desenlerinde ki otobanları anlatsam off.. ne büyük kazalar yapıyordum kıpkırmızı yepyeni burago Bmw 5.20 ia’mla.:)Her çeşiti  vardı küçük arabarın oyuncak sepetimde(boyaları çizilmesin diye annemden aldığım kumaş paçavralarına sarılıydılar tabi çoğu) canım annem bana bizim mahallede ki küçük kırtasiyeye gelen ve benim istediğim hangi oyuncak araba varsa hepsini alırdı. Ama hep alınamayan bir tane olurdu ve annemin elinden tutup yırtınarak onu da isterim ama alınanla yetinemezdim bir türlü. Aklımda o küçük kırtasiyede ki bir oyuncak mutlaka diğer aybaşına kadar yazılı kalır paramız olduğunda annemin elinden tutup hemen aldırırdım onu, ama aldığım anda tüm ay beklediğim modeli bir diğer oyuncak araba çoktan aklımın galerisinde ışıklar altında dönmeye başlardı bile. .
Şehirler arası yolculuklar ise tamamen gerçekliği benim mutluluktan çılgına çeviren heyecanlardı. Düşünsenize ben ki ankaranın kısa mesafelerinde gidip gelişlerde bile keyifden mayışan ben Ankara Tekirdağ arası yada Ankara Antalya arası Ankara vs. arası neresiyse minimum 10 saat otobüste oluyordum. Binince hemen mola saatlerini öğrenmeye çalışır o mola da uyanık olmayı diler molada  otobüsün şöförü kalkar kalkmaz otururdum sürücü koltuğuna yapışırdım direksiyona. Her düğmeye basmaya ,her izleyerek öğrendiğim hareketi tekrar etmeye çalışırdım. Tüm pedallara basmaya çalışır o kısacık mola zamanı bitmeden sanki kursun pratik zamanındaymışım gibi her şeyi yeniden gözden geçirir tekrar eder bir daha denerdim. Yol biterken de gidilecek yere ulaşmanın heyecanından  çok hüzünü çökerdi seyahat ettiğim otobüsten inecek olmanın. . ama ne de olsa eve dönülecekti kısa bir vedaydı hem belki gidilen yerde de binilecek bir araba vardır ümidi hep vardı içimde. Hayat gitmek gelmekti bu da en büyük sevdam arabalarla mümkündü. Bekleyin yollar gitmiyorum ki… :)))

FİAT 500



FİAT
Önceki yazı da firmanın fabrikasın altındaki markalarından ve ülkemiz pazarında ki yerinden bahsettiğim FİAT’ ın model bazındaki değerlendirmelerine geçmek istiyorum. Fiat’ ın pahalı ama şehir yaşamı için biçilmiş bir casual kıyafet tadında ki MİNİ vari aracı Fiat 500 ile başlayalım.
FİAT 500
Küçük ama gerçekten çok küçük bir şehir içi aracı Fiat 500(firmanın öngördüğü tabii). Bunun yanında aşırı alımlı, tasarımına emek verilmiş ve umulmadık hayaller vaad eden bir dost yüze sahip. Yollarımızda ilk görüldüğü günlerde kesinlikle güncel MİNİ cooper modeliyle karıştırılan bu sevimli otomobil sanılanın aksine kadınlar için üretilmiş bir araç olmaktan çok ayrı bir kitleye hitap ediyor. İçinden inen insanların ortalama boyları “bu araca kaç fil sığar?”gülmeceli sorusunu bana sorduruyor. Kesinlikle compact bir tasarıma sahip bu araba gerçek vaadi compactlığı dışında gençliğin tutkuyla sarıldığı bir seçim nedenine hizmet ediyor:  fark edilirlik. Bu araç hakkında ne söylenirse söylensin(pahalı, küçük, çok küçük , 1.4 lük version’ u çok yakıyor falan filan..) genç ve genç hisseden hiç kimse bu araca bakarken boyun sağlığını düşünmüyor. O kadar sevimli ve o kadar global bir tasarımı omuzlamış ki araç gerçekten fazlasıyla fark ediliyor.
  

FİAT GRANDE PUNTO




FİAT GRANDE PUNTO
Yenilikçi Fiat tasarımlarının dikkat çeken modeli (yaklaşık 30 cm.lik farlarıyla) farklı ön yüz tasarımı olan ve satış fiyatları ile çok cazip bir seçenek Grande punto. Ve insanın koltuğuna oturduğunda içinden çıkmak istemeyeceği ekonomik ama doyurucu baz donanıma (fiyat performans dengeleminde)sahip bir otomobil.
Yola çıktığınızda etkileyici ve akıcı bir çizgiye sahip bu karoserin içinde neden minimum 150 beygirlik bir makine yok diye düşündürse de esas hedefi olan ekonomikliği 77 beygirlik bir fiat motorundan sağlıyor(bu sade 1.4 fire versiyonun taşıdığı motorun beygir gücüdür). Şehir içi için ideal ama şehir dışı için seri kullanım şansı vermeyen bu motor uzun yolu çok sevmediğini sürücüsüne söylemek için direk bir dil kullanıyor. 0 dan 100 km.lik hıza ne yazık ki 12 saniyenin üzerinde çıkan bu otomobil tamamen “düşük vergi dilimi “, “az yakıtla çok yol “arayışında ki otomobil kullanıcılarına hitap ediyor. Otomobilin bir depo yakıtla menzili ise ….            KM. yi buluyor. Tabi bu fabrikanın verisidir.(unutmayalım ki fabrikaca verilen yakıt tüketim değerleri her zaman sürücüsüne göre tabi %10 ila %20 arasında yukarı değerlerde gezinir.) Otomobilin boş ağırlığı versiyonları arasında değişkenlik göstererek 1025 kg. ile 1145kg. arasın da değişiyor.
Tasarımında ki başarılı çizgiyi FİAT’ ın diğer markası ALFA ROMEO’ nun 146 ve 147 modellerinde ki deneyimlerinden aktarıldığı aşikar olan Grande Punto öncelikle arka kısmında ki yüksek stop lambalarının tercih edilmiş olmasıyla gönülleri kazanıyor. Ön yüzdeki bence çok iddialı olan uzun ve karoser çizgisince kaputta yerini alan farlarıysa Grande Punto’ya gerçekten çok yakışıyor.
Hani araç biraz daha uzun olsa -tek kapılı versiyonu için söylüyorum – tam bir surfer wagon diyebilirdim. Ama yazık ki discovery chanell’ da ki CHOP SHOP programında bu modelin uyarlanma şansının çok yüksek olduğunu da düşünmüyorum.(bilmeyenler için program hakkında küçük bir bilgilendirmedir; lipu adında hindistanlı çılgın bir tasarımcının hurdadan alınan araçları İngiliz garaj sahibiyle ciddi şahaser uyarlamalara dönüştürdüğü dünya da çok tutulan bir televizyon programıdır)
Araç b sütununda ki çizgisiyle de esinlenilen ALFA ROMEO 147i andırıyor(tabi gizlenmiş arka kapı açma tutamağı hariç). Cam çevresinde kullanılan plastikte ki kalitenin de aracın sahiplerinin yüzünü güldürdüğü fark ediliyor. Otomobilin burnu -  ızgara tasarımındaki görünürlük hedefini tutturmuş ve büyük FİAT logosuyla da cüretkar bir küçük hatchback olduğunu dillendirmiş.
Grande punto’nun içi ise dışında ki gibi yenilikçi ve orta kalitede ki kokpit malzemesiyle de orta halli bir ekonomiye sahip sürücüsüne tatminkar bir teknoloji sağladığını (yazık ki) hatırlatıyor. Göğsün tamamına göre 20 derecelik açıyla konumlandırılmış orta kumanda konsolunun devamı gibi görünen ve ekstra bir fonksiyonellik beklentisi hissi uyandıran metalik görünümlü punto yazılı ince kaplama şıklık ve azıcıkta sportifliği vurgulamanın dışında bir işlev içermiyor. Otomobilin içi çok ferah bir yaşam alanı sunmasa da koltuk tasarımında ki rahatlık bu dar alanda dikkatimizi yola vermemizi başarıyor.  Direksiyonda ki ve kombine sinyal kollarında ki kullanışlılık ise fiat’ın can sıkmayan ayrıntılarından. Göğüse monte edilmiş manuel el çevirmeli tuş tercihli klima ve müzik sistemi düğmeleri(ve onların turuncu ışıklı ekranı tabi) gayet sürücü dostu bir dizilişe sahip. Grande Punto’ nun gösterge paneline entegre yol bilgisayarının da olduğunu hatırlatmalıyım. Sadece sürücüsüne yüzünü dönmüş olmayan bu kumanda paneli paylaşımcı sürücü profilini tercih ediyor, çünkü eğimi yolcu koltuğunda seyahat eden kişiye de son derece yakın düzenlenmiş. Grande Punto’ nun tarz sahibi vites kolu şanzımanında heyecan veren sıkıştırma oranlarına sahip olmasa da sürücüsünü tasarımıyla mutlu ediyor.
Grande Punto zengin opsiyonel eklentileriyle de küçük sınıf hatchback halinde bir anda sıyrılıp bir üst sınıf lüks rakiplerine yaklaşıyor. Peki neler mi var opsiyon paketlerinde onlardan bahsedelim. Fiat’ın 2000 yılından beri kullandığı ve bence sunroof seçenekleri içinde en verimli uyarlama ve uygulama olan Skydome seçeneği, güvenlik paketlerinde ki 8 hava yastığı eklentisi, (diz hava yastığı, yan hava yastıkları ki perde hava yastığı diye geçer vs.)blue and me fiat patentli bir diğer araç iletişim opsiyonu, kaportada çok sıkı sticker seçenekleri eklentisi ve tabi ki 6 ayrı seçenekle light alloy whells (çelik jant) tekerleklerimizi de bize özel yapabiliyoruz. Bu opsiyonel uygulamaların pek çoğunu barındıran bir seçenek yok mu diye sorarsanız Fiat Grande Punto’ da 120beygir 16 valvelik T-jet makineli bir dizel var. Bu seçenek bu günün güncel fiyatıyla biraz tuzlu 36.640 türk lirası. Ve eklemeden de edemeyeceğim bu 120hp.lik t-jet motorun size sunduğu ekstra performansla 195km.lik maximum sürate ve seriliğe de sahip oluyorsunuz ki bu sayede (ayrıca bunların fabrika verisi olduğunu söylemeliyim)0 dan100 km.ye 8,9saniyede ulaşabiliyorsunuz. Etiket biraz ağır ama sundukları hiç de hafife alınmayacak nitelikler olduğundan Grande Punto bu etiketi kaldırabiliyor.
Sonuç olarak dinamik çizgisiyle, fiyat performans dengeleminde ki bence başarılı oranlarıyla, 28.640 tl. 36.640 tL. lik etiketi, canlı renkleriyle ve de ikinci elde de yüzleri çok asmayan piyasasıyla Grande Punto bir otomobil delisini tebessüm ettiren bir seçenek.

2.EL ARABA ALIRKEN NELERE DİKKAT ETMELİ?

İkinci El Araba Alırken

Ve işte o büyülü güç elindedir araba delimizin. Artık bir yerden kendine ait olacak arabanın parası derlenmiş toparlanmıştır. Siteler gezilir internette, gazete ilanları ezberlenir ve araba pazarları turları başlar. Yakınlarında ikinci el araba alıp satan birileri kendilerince şanslıdır o günlerde(ki çok sonra delimiz fark edecektir acıyla ki yalan dolandır o yakınlar hep kendi küplerinedir faydaları ). Baştan her gün tekrar bakılır satılıkların ilanlarına bitmez bu araştırma. Çünkü hep biraz daha iyisi vardır hep birileri de kafaları karıştırır. Hangimiz bilmeyiz ki o geyikleri; ikinci el alsan da tutulanı al der biri kimisi biniciysen oğlum rahatına bak pek çok araç var bak binilesi ama onlarıda satamazsın alıp binersen diye akıl verir. Ki bazıları haklıdır bu sözleri edenlerin. Ama gerçek  bunlar değildir tabi delimizin gönlünde. O hayal aleminde kendi kapısını direksiyonunu çoktan kararlamıştır bi kere. Peki gerçekte aranması gereken nelerdir  ikinci el araç alımında?



Alacağınız makine ne olursa olsun ruhunuzu biraz okşamalı. Bindiğinizde o bağı hissetmelisiniz ki o da size ona hükmetmenize  yardım edebilsin.  Yaşı kilometresi ilk bakışta bilenin bilmeyenin de sorduğu sorulardır. Ama aracın diriliğine bakılmalıdır her şey den önce. Dirilikse aracın lastiklerinin duruşuyla kaportanın boyasının orjinalliği arasında fark edilen niteliklerinin bileşkesidir. Kazasız olması göstergelerinin kontrolü(ki bu göstergeler kısaca şunlardır : cam fitili takibi yıpranmışlığı,kapı içi boyaları ve civataların orjinalliğinin kontrolü,kapı açılıp kapanma sesleri  - fasılaları,motor kapağı altındaki motor kulaklarına yakın kaporta boyası ve yine civataların orjinalliğinin takibi vs.dir) ilk bakışta kolay gibi görünen ama günümüz kaportacılık ve ustalık teknolojisi  hileleriyle kapatılabilen hilelerdendir. En can sıkan ve asla doğru cevabı alınamayan bir sorudur “kazası belası var mı?” sorusu. Bu noktada çalışılan ve güvenilen bir oto tamir ustasından yardım alınabilir tabii ki. Ama bir araba delisi gözüne güvenmelidir. Unutulmaması gereken bir öneride, çocukluğundan beri hergün bir yerlerde görüp takip ettiği bir modeli tercih etmelidir alıcı kişimiz. Ne de olsa her sınıftan her bütçeden her arabayı görmüş dokunmuş hatta dinlemiştir(kapısının açılmasının kapanmasının orj.sesini – fasılasını, motor sesini, rölanti sesini ,egzosunu vs..) alıcı olan delimiz. Unutmayın ki halen insanlar araç alıp satımının bir yatırıma başlamanın ya da yatırımı sonlandırmanın bir sonucu olarak araçlarını satarlar alırlar ki bu da kazanç beklentisi demektir, ki kazanç beklentisinin olduğu her yerde olduğu gibi 2.el alımında satımında da bolca yalan dolan yani TİCARET döner. Onun için her araba delisi evela kendi birikimlerini en öne alıp karar vermelidir hayallerini koşturacağı makineye.

OTOMOBİL KULLANMAYA NASIL BAŞLARIZ ? :)

OTOMOBİL KULLANMAYA NASIL BAŞLARIZ ? :)




Pek çok araba delisi (ki ben kesinlikle bu gruba dahilim)çeşitli şekillerde o akıllarımızı alan makinayı her koşulda kullanmak için acayip yollar denemiştir. Alakasız durumlarda; hatta aklın almayacağı durumları zorlamışızdır. Arkadaşların (ki pek çok zevklidir ehliyetsiz falan arkadaşın yanında)babalarının arabaları bi anda altımızda oluvermiş, yakın mahalle içinde (camları açık yaz olsun kış olsun fark etmez)turlar atılmıştır. Ne yazık ki memur çocuklarının filmlerde gördüğümüz gibi (hele ki Amerikan filmlerinde ki kült modelleri düşününce)afili arabaları hiç olmadığından Renault 9 broadway gibi komik arabalarla atılan o turlar. Türkiyede yeni başlayan sürücüler için çalışma alıştırma sahasıdır o komik dediğim ama benim ailemin hiç olamayan arabalarıdır R9 broadwayler.  Şimdi öğrendiğim cümle alemin drift dediği yanlamalar denenir(ki zaten önden çekişli garibim broadwayin asla böyle bir şansı yoktur)olmaz sonra olmadı o gazla ızdırap çekilen bir halde el freni çekilir ne çare, savrulamaz bile adam gibi. Sonra saate bakılır arkadaşın pederi işinden dönecektir, keyifsizce araba açık apartman altı otoparkına alındığı açısı ve tekerlek iziyle park edilir, geyiği başlar tüm gece konuşulur. Denenen olmayan hareketler hakkında, ve araba geyiğinin olmazsa olmazı palavralara başlanır. Gelen giden arabalarla kurulan hayaller de cabası eve dönülür. Arabayı süren kocaman bir gülücükle benim gibi arka koltuk gediklileri de hayallerine dalarak sürebileceği günlerin uykulara dalıverir.
Ergen sürücülük halleri her zaman yakınımızda ki takip edebildiklerimizin sürüşlerinin kopyalarıdır. Tarz yoktur, hep tekrardır. Karaktersiz sürüşlere binlerce örnek verilir. Araba hissedilmeden sadece yollara  hükmedebilmenin keyfi yaşanır ilk zamanlar. Sonra sonra fark edilir ki esasen o makinanın aşığımıdır kişi yoksa çocuklukta ki heves midir geçmiş midir sevdası. Çoğu hafta sonu şöförüdür kişilerin, ki kişi ne kadar büyürse büyüsün bunu fark edemediği için zaten hafta sonu şöförüdür. Arabasını sürer öyle hissetmeden unutur sokaklarda bir tur daha atabilmek için yüreğinin deli gibi attığı zamanları. Başlar kendince çok daha manalı yanlarına hayatın. Ev mal sahibi olmaya çalışır sıradan herkes gibi. Çok azı o aracın deliliğine kaptırır kendini. Ne de olsa sevdalar da çekilir o arada erkekler için kadınlar,kadınlar içinde erkekler vardır gönüllerde. Geçmiştir o günler o insanlar için. Ama ben dengeyle o arabaya aşık kalabilen herkese yazıyorum. Otomobil asla sadece otomobil değildir asla bir buzdolabı asla bir çamaşır makinası gibi gösterileni tekrar etmeyen ruh sahibi bir makinadır.